Salı, Eylül 5

Balrum


iki kişi tarafından (balcony team) kickstarter'da geliştirilen, 1 mart itibariyle çıkışını yapmış olan old school rpg. içinde yok yok. öğrenilebilecek skill'leri şöyle sayayım: swordplay, arcane arts, archery, create weapon, create armour, alchemy, survival, cooking, mining/smelting, farming, carpentry, trapping, pick locks, hunting. 


grafikler project zomboid'e çok benziyor. leveling sistemi de gothic'in aynısı. level aldığınızda vitality, strength, dexterity, wisdom ya da intelligence'a puan veriyorsunuz, bunun dışında da aynı gothic'teki gibi learning points birikiyor. bunlarla yukarıda saydığım skill'leri öğrenebiliyor ve geliştirebiliyorsunuz. oyun tam bir detay manyağı. oluşturulabilecek bir sürü eşya, ekilip yetiştirilebilecek bir sürü sebze meyve, pişirilebilecek bir dolu yemek (hazır tarifler olduğu gibi, deneyerek de kendi eşyanızı/yemeğinizi vs. yapabiliyorsunuz ki aşırı eğlenceli), hayvan evcilleştirebilme (özellikle örümcek çiftliği kurabilmek ilginç), ev ve mobilya yapımı, ilgi çekici bir ana hikaye ve karakterler, yan görevler, keşfedilecek açık bir dünya, bir sürü zindan, loot, açlık, susuzluk ve yorgunluk gibi survival ögeleri, yağmurlu havada fire damage'in azalıp lightning damage'in artması gibi mekanikler... bir de devamlı yanımızda dolaşan, savaşlarda bize yardımcı olan köpeğimiz jax var. 



oyun bazı konularda sıkıntılı, özellikle kontroller ve envanter yönetimini biraz daha akıcı ve rahat hale getirseler iyi olur. neyse ki geliştiriciler bu konuda aktif bayağı.

özetle old school rpg ve crafting seviyorsanız bu oyunda aradığınız her şeyi bulacaksınız. ben uzun zamandır bekliyordum ve çıkar çıkmaz balıklama daldım. içinde bir oyuna dair sevdiğim her şey var, daha ne isterim ki? bu aralar fena halde saatlerimi yemekte.

Tyranny



hep iyi olduğumuz, "seçilmiş kişi" olduğumuz, elimize kılıcımızı yeni alarak başlasak da sonunda ille de dünyayı kurtardığımız rpg'lerden sonra, bu sefer saf kötülüğün sözcüsü olarak oynadığımız oyun. bu farklılık benim hoşuma gitti, çoğu zaman alışkanlıktan merhametli olmaya kalksam da "unutma sen kötüsün" diye hatırlatıyorum kendime. masum sivillerin köylerini cayır cayır yakabilir, tutsakları zevkine öldürebilir, yüce kyros'a karşı gelen herkesi "niahahaha" gülüşleri eşliğinde yola getirebilirsiniz. sonuçta oyunun sloganı böyle. sometimes, evil wins. gerçi ille de kötü olmanız gerekmiyor. iyi de olabilirsiniz, veya kyros'a baş kaldırıp kendi kendinize de takılabilirsiniz. tüm bu seçimlere göre de harita ve oyun dünyası şekilleniyor tabii.


oyun çıkmadan önce göz attığım videolarından gördüğüm kadarıyla, obsidian'ın bir önceki oyunu pillars of eternity'nin neredeyse aynısı olacak diye bir tedirginlik vardı içimde. unity motorunu kullanması dışında pek bir benzerlik yok açıkçası. savaş mekanikleri benziyor tabii ki ama poe'de bir yerden sonra sıkıcı hale geliyordu savaşmak. tyranny'de biraz turn based gibi olmuş, recovery sürelerinin açık açık görülmesi ile birlikte daha rahat planlama yapabiliyorsunuz, poe'de her şey birbirine karışıyordu. ve skiller çok daha açık ve anlaşılır, daha kullanışlı. poe'de birçok skill'i kullanmıyordum bile. büyü sistemi ise harika. büyüleri istediğiniz kullanıma göre siz oluşturuyorsunuz. önce bir temel büyü scroll'u bulmanız gerekiyor, bunun üstüne mesela büyünün single target mı yoksa aoe mi olacağına karar veriyorsunuz, sonra da ister range'ini arttıyor, ister etkisini arttırıyorsunuz, bu bir örnek tabii, birçok varyasyon var. 




ve konu gerçekten ilgi çekici. bütün toprakları ele geçirmiş korkunç tiran kyros'un bir hizmetkarısınız, aslında ondan ziyade adalet sağlayıcı tunon'un sözcüsü sayılırsınız. bir fatebinder'sınız. kyros'un iki ordusu scarlet chorus ve disfavored sürekli kendi aralarında bir yarış halinde. bu orduların generalleri "yok sen daha başarısızsın, yok sen malsın, ben daha iyiyim" diye çocuk gibi ego savaşı yaptıklarında, "eeh eytere beah" diye araya giren siz oluyorsunuz. adalet sağlayıcı tunon'un sözcüsü olduğunuzdan da herkes sizden biraz çekiniyor. bu tiran kyros tam bir psikopat, isteklerine boyun eğilmediği zaman edict denilen felaketler yaratabiliyor. koca bir coğrafyayı ateşe veriyor, fırtınaya sebep oluyor vesaire. siz de fatebinder olarak bu edict'leri okuyan ve gerçekleşmesinde katkısı olan kişisiniz aynı zamanda. neyse, iki ordudan söz etmiştim, poe'de olmayan reputation sistemi ile bu orduların sempatisini ya da öfkesini kazanıyorsunuz, bu da yaptığınız eylemler, verdiğiniz kararlar ve bir kitap gibi yazılmış diyalog sistemi ile oluyor. bir noktadan sonra taraf tutmanız ve hangi ordu ile beraber çalışacağınızı seçmeniz gerekiyor. disfavored az ama öz adamdan oluşan disiplinli bir ordu. başındaki general sakallı makallı heybetli, kısacası ayı gibi bir adam, ismi graven ashe. scarlet chorus ise pek disiplinli değil ama hayvani büyüklükte bir ordu, genellikle işgal edilen yerlerdeki insanları zorla, işkenceyle, tehditle neyim aralarına katıyorlar ve eğitiyorlar. bunların başındaki general de voices of nerat isimli tuhaf, kafadan kontak bir adam. bu iki ordunun stratejileri, ideolojileri neyim farklı olduğundan iki general asla anlaşamıyor ve ikisi de aynı safta olduğu halde birbirleriyle savaşmak için can atıyorlar. oynayanların genelde disfavored'ı seçtiğini gördüm ama ben scarlet chorus'u seçtim. ordu dediğin kalabalık olur olm. neyse, reputation sisteminin olayı şu ki, gereken puanlara ulaştığınızda size çeşitli skiller sağlıyor. gereken puanlar derken, örneğin disfavored'a gıcık mısınız, doğal olarak diyaloglarda onları aşağılıyor, seçimlerinizde onları rezil ediyorsunuz diyelim, böyle böyle wrath puanları artıyor ve belli bir puana çıkınca - yani sizi bir kaşık suda boğacak hale geldiklerinde mesela- bir skill açılıyor. tam tersi de geçerli tabii, suyuna gittiğiniz topluluklardan da favor puanları geliyor. bunlar sadece topluluklarla sınırlı değil, partinizdeki companion'larınızda da aynı sistem var. onlarla olan ilişkinizde de favor-wrath yerine loyal-fear ikilisi var ve aynı şekilde puanlarla skill'ler açılıyor. ha burada roleplay biraz baltalanıyor tabii. yani istediğiniz bir skill'i açmak için sevmediğiniz adama yalakalık yapabiliyorsunuz çünkü. o yüzden ben o skill'lere hiç bakmıyorum ki roleplay'im etkilenmesin. "açılırsa kullanırım" kafasındayım yani. skill demişken, karakter gelişimi de poe'den oldukça farklı. skyrim gibi biraz. skyrim'deki gibi bir silahı kullandıkça o silaha dair skill puanınız gelişiyor. aynı şekilde dodge, parry, athletics gibi özellikler de öyle. ve bazı npc'lerden para karşılığı train olabiliyorsunuz.

oyunun edebi kısmına girmeye gerek bile görmüyorum, poe'de de harikaydı, obsidian bu konuda aşmış zaten. interaktif roman gibi oluyor çoğu zaman oyun. tasvirler, diyaloglar, karakterlerin mimiklerinin, vücut dillerinin anlatılışı... ve elbette karakterler de dopdolu, ilgi çekici.


özetle, poe'yi severek oynadıysanız bunu daha çok sevebilirsiniz. poe'yi sevdiyseniz ama bir zaman sonra özellikle combat baymaya başladıysa ve turn based sistemini seviyorsanız bunu daha çok seversiniz(dediğim gibi turn based değil ama poe'ye oranla turn based'e yakın). ama diablo tarzı hızlı ilerleyen, neredeyse hiç diyalog olmayan oyunları seviyorsanız, oyunlarda uzun uzun okuma yapmayı sevmiyorsanız size göre değil, yarım saatte sıkılırsınız.

bu arada, oyun çıktıktan sonra 3 gün loading ekranındaki not responding hatası sebebiyle oynayamadım. ticket neyim açtım, çözüm beklerken sistemimdeki bütün unity engine kullanan oyunlarda sorun olduğunu fark ettim. poe de yükleme ekranından sonra hata veriyordu, birkaç oyunda daha aynı şey oldu. unity ile sistemim arasında bir anda oluşan bu husumetin sebebini uzun uzun araştırıp bu konuda tek bir yazı bulabildim. aynı sorun birisine daha olmuş, bazı font dosyalarının bozulmasından kaynaklanıyormuş meğer. fix fonts folder diye bir programla bozuk fontları düzelttim, sonra unity yola geldi, sorun kalmadı. hani aynı saçmalığı yaşayan olursa diye yazayım dedim. bunun dışında yükleme ekranalarında ya da özellikle bazı haritalarda crash yaşayan birçok oyuncu varmış, herhalde patch gelecek, ama fullscreen'i kapatmak ve oyunu windows 7 uyumluluğuna getirip yönetici olarak çalıştırmak, oyuna girerken internet bağlantısını kapatmak gibi çözümler var. crash yaşayan varsa bunları deneyebilir.

bu da türkçenin can çekiştiği, rpg terimleriyle dolu oyun yazılarından bir diğeri oldu işte böyle.

Stardew Valley

fena halde bağımlılık yapan, huzur veren, "orada" hissetmemi sağlayacak kadar içine çeken bir farming/country life/rpg karışımı bir oyun stardew valley. birkaç aydır yapım aşamasını takip ediyordum, ama daha basit bir şey bekliyordum, açıkçası beklediğimden çok daha derin ve tatlı olmuş. evet bildiğin tatlı. her şey o kadar tatlı gözüküyor ki, hele o hayvanlar... kedinin kıvrılıp uyuması, civciv, tavuk, inek, sincap... madenlerdeki yaratıklar bile tatlı diyeceğim utanmasam. bunun dışında oyundaki 4 mevsimde de renkler ve kasabanın genel görünümü, hatta müzikler bile değişiyor. hepsi birbirinden güzel oluyor. 


peki oyunda yapılabilecek neler var? kurumsal bir şirkette sıkıntı içinde çalışırken deniz kıyısındaki ufak bir kasabada dedemizden miras kalan çiftlik evine taşınmamızla başlıyor her şey. bize ait koskoca bir arazi var. burada hem hayvan, hem de ağaç, çiçek, sebze, meyve yetiştirebiliyoruz. yetiştirilebilecek olan ürünler her mevsim değişiyor doğal olarak. kimi 5 günde olurken, kimi 13 günde oluyor. buna göre planlama yaparak kar etmeye çalışıyoruz önce. başlarda küçücük olan evimizi 10.000 altın gibi çılgın meblağlarla mutfak ekleyerek büyütebiliyoruz, mutfak eklenince yemek pişirme de açılıyor ve yapılabilecek bir dolu yemek çeşidi var. altın deyince, para kazanmak özellikle başlarda çok zor ve yavaş bir süreç. 10.000 altına ulaşıp evimi büyütene kadar zor sabrettim. ürün satmak dışında, balıkçılıkla da iyi para vurabilirsiniz. balık tutmak için yapılmış olan mini game başlarda zorlayabilir ama biraz inat edince alışması kolay, başlarda "bu ne biçim sistem" diye sinir yapıyorken şimdi hiçbir balığı kaçırmıyorum. balıkları ve sahilde denize vuran mercanları satarak iyi para kazanmaya başlıyorsunuz. bunun dışında bir de kasabanın madeni var, 100'den fazla katı olan, yaratıklarla dolu ve aşağılara indikçe değerli taşların çıkmaya başladığı bir maden. her 5 katta bir asansör var, bu şekilde gittikçe aşağı inmeye çalışıyorsunuz. burada rpg ögeleri işin içine giriyor diyeceğim ama bu ögeler çok cılız ve basit. yüzük, bot ve silah dışında bir eşya yok. şapkalar var ama onlar kozmetik sadece. leveling sistemi ise, o gün yaptığınız işlere göre şekilleniyor. mesela bütün gün balık tuttuysanız bu konuda deneyim kazanıp level atlıyorsunuz ve daha rahat balık tutmaya başlıyorsunuz. belli bir seviyeye gelince ise bir seçim yapmanız gerekiyor. mesela farming alanında, hayvancılıktan ya da ektiğiniz ürünlerden daha çok para kazanmak tarzında seçimler var. crafting ise, öyle deli gibi eşya çeşitliliği yok bana göre, ama mesela mayonez makinesi, turşu/reçel makinesi, peynir makinesi, bira/şarap/meyve suyu yapımı için fıçı gibi aşırı tatlı şeyler var. bunları yapmak için de madenlere inmek zorundasınız çünkü bakır, demir, altın gibi malzemelerle yapılıyorlar. 


bir de sosyalleşme/evlenme/çoluk çocuğa karışma olayları var. cinsiyet "sınırlaması" yok, gay ilişki seçeneği mevcut, oh yeah! insanlarla arkadaş olmak için her birinin karakterine göre hediyeler vermek ya da panoya astıkları görevleri yapmanız gerekiyor. sadece konuşarak arkadaş olunamıyor yani. kimi çiçek seviyor, kimi yabani meyve, kimi balık vesaire. kasabada 28 kişi yaşıyor ve her birinin bir işi, rutini var. kasaba bildiğin yaşıyor yani. dükkanlar sabah 9'da açılıyor, bazı günler kapalı oluyor(mesela market çarşamba günleri kapalı), akşam 5'te de kapatıyorlar. tam bir alman disiplini söz konusu, tuttuğum balıkları satmak için koştura koştura gidip tam 5'te kapısına vardığım balıkçı kapatmış oluyor mesela. artık iyice orada yaşıyormuşçasına kafayı sıyırdığım için balıkçıya "şunları al öyle kapat be abi" diyorum ama yok, 5'te kapanacak o dükkan. akşam 6'da bar açılıyor ve dükkanını kapatan direkt barın yolunu tutuyor. bazıları her akşam gidip aynı yere oturuyor, bazıları her akşam orada olmuyor. yaşıyor yani resmen kasaba. siz de orada yaşıyorsunuz bir yerden sonra. herkesi tanımaya başlıyorsunuz, mesela oyunun başında bir kere tanıştığınız birini bir daha bulmak zor oluyor çünkü hepsi çeşitli yerlerde takılıyorlar. kasabada sürekli kayboluyorsunuz ama bir süre sonra hem her yeri avucunuzun içi gibi bilir hale geliyor hem de insanların isimlerini ezberliyor ve aradığınız zaman şıp diye buluyorsunuz. tıpkı gerçek hayat gibi işte. evlilik ve çocuk olayını henüz göremedim, leah ile takılma aşamasındayım henüz, ehih.

bir de festivaller var. her aya özel 2 ayrı festival oluyor. bütün kasaba toplanıyor ve çeşitli etkinlikler yapılıyor. bu festivaller de aşırı tatlı olmuş. yaz bitiminde görünen büyülü denizanaları, yumurta festivali, şehirden insanların geldiği ve ürettiklerinizi sergilediğiniz, mini oyunlar oynayıp token kazandığınız ayrı bir festival, kocaman bir çorba kazanına herkesin bir malzeme attığı ve sonunda belediye başkanının çorbayı tadıp güzel olup olmadığına karar verdiği ayrı bir festival. bu son festivalde cimrilik yaparak kötü ürünlerimden birini atmıştım çorbaya. çorbayı tadan adam yemyeşil oldu. muhtemelen benim yüzümdendi, utandım. kötü ürün demişken, şans faktörü ve çeşitli gübrelerle yıldızlı ürünler çıkarabiliyorsunuz. yani yetiştirdiğiniz patatesin hepsi aynı olmuyor. yıldızlı ürünler çok daha iyi fiyata satılıyor, daha iyi hediye oluyorlar vesaire. 

- ürünleri sularken tek tek tıklamak yerine tuşu basılı tutarak sağa sola dönerseniz hem daha çabuk suluyorsunuz hem de daha az yoruluyorsunuz. en kısa sürede sulama şeysini geliştirin. Geliştirdikçe bir seferde birden fazla kareyi sulayabiliyorsunuz. 

- oyunda en çok kafa karıştıran şey hayvanların yemi. bunlar hay (saman) yiyor, etraftaki çimlerin kurutulmuş olanı. bunu kendiniz yapmak için silo(depo) yaptırmanız gerekiyor. depo yapılınca, orağınızla kestiğiniz çimenler samana dönüşüyor ve envanterinize değil, otomatik olarak siloya gidiyor, sonra hayvanların binasına aktarılıyor. binaya girdiğiniz zaman baca gibi olan yerde göreceksiniz samanları. onları alıp hayvanların yiyeceği yere koymanız gerekiyor. ama özellikle tavuklar çok fazla ve hızlı yediğinden saman yetişmiyor genelde bunlara. etraftaki çimenler de bitiyor ve yeniden çıkmaları zaman alıyor. o yüzden oyunun başında benim gibi etraftaki çimenleri hunharca kesmeyin. silo yapana kadar kalsınlar, silo yapınca kesin ki samana dönüşsün, hayvanınız olmasa bile orada depolanmış olur böylece. aksi takdirde, hiç saman ve çimen kalmamışsa, çiftliğinizin güneyindeki rancher hatundan tanesi 50 altına saman alabilirsiniz. veya marketten tanesi 100 altına grass starter alıp hayvanların takıldığı yere çimen ekebilirsiniz. direkt çimen de yiyorlar çünkü, ama 2-3 tane koyarsanız çimenler yayılmadan yiyip bitiriyorlar. en iyisi en az 10 tane alıp yanyana koymak, böylece yayılmadan bitmesi pek mümkün olmuyor. ama kış mevsiminde bütün çimenlerin kuruduğunu aklınızda tutun. depoda yeteri kadar saman birikmezse kendiniz satın almak zorunda kalıyorsunuz maalesef. bu arada ben hayvanların dışarı salınabildiğini bilmiyordum, tavuklarım(çilli ve bili bili) sürekli mutsuzdu(ee şehir insanıyız sonuçta işte). meğer onlar için ufak bir kapı varmış onu açık tutmak gerekiyormuş. etrafa çit yapıp, içeriye de bol bol çimen ekerseniz pek mutlu oluyorlar. bir de her gün sevin yavruları.


- kasaba merkezindeki çöp kutularını her gün yoklayın. değerli şeyler çıkabiliyor.

- sahilde yerde oynaşan kurtçuk gibi şeyler göreceksiniz. onlar sadece animasyon değil -ben öyle sanmıştım ne bileyim. hoe ile kazdığınız zaman kütüphanedeki kayıp kitaplardan biri çıkıyor.

- oyunun başlarında bir türlü para kazanamıyorsanız 300 odun toplayıp sahilin doğusundaki köprüyü onarın. o tarafta birkaç günde bir mercan birikiyor. onları balıkçıya satarak kolay para kazanabiliyorsunuz.

- bir an önce mayonez, turşu/reçel ve bal yapmaya bakın. işlenmiş ürünler ektiklerinizden çok daha iyi para getiriyor. 

- sonbahar gelince kasabadan tren geçmeye başlıyor. duyduğunuz anda tren yoluna giderseniz trenden değerli eşyalar düşüyor. 

- saate, hava durumuna ve mevsime göre tutabileceğiniz balık türleri değişiyor. sadece geceleri veya sadece yağmurda veya sadece nehirde tutabileceğiniz farklı balıklar var.

- her sabah mutlaka televizyona bakın. fortune teller kısmında o gün şanslı olup olmayacağınızı söylüyor. eğer şanslıysanız madenden değerli taş bulma olasılığınız artıyor. aynı şekilde şanslıysanız blacksmith'e kırdırdığınız taşlardan da değerli şeyler çıkma olasılığı artıyor. ve tabii ki pahalı balık yakalama olasılığı da. living the land kısmında da çok değerli bilgiler veriliyor. "birkaç gün mercanlar kıyıya bol bol vuracak", "ormanlık alanlarda bilmem ne meyvesi çıktı, hadi git topla" gibi. hava durumuna da bir sonraki günün yağmurlu olup olmadığını öğrenmek için mutlaka bakın. yağmurlu günlerde ürünleri sulamakla zaman ve enerji kaybetmeyeceğiniz için direkt madene inmek rahat oluyor.

- madenin 40. katından sonra hem yaratıklar zorlaşıyor hem de sıradan bir taşı bile normal kazmayla 3 vuruşta kırabiliyorsunuz ve enerji çok çabuk düşüyor. 40. kattan sonra ya blacksmith'te kazmayı geliştirin, ya da yanınıza bol bol enerji veren yemek alın. bu arada demir (iron) 40. kattan itibaren çıkıyor.

- yeni bir mevsime girdiğinizde en uzun sürede olgunlaşacak olan en pahalı tohumlardan (kavun, bal kabağı gibi) alabildiğiniz kadar alın. olgunlaşması uzun sürüyor ama çok iyi paraya gidiyor. bazı tohumlar ise bir kere ekseniz de hasattan sonra tekrar ekmenize gerek kalmadan yetişmeye devam ediyor. patlıcan, biber gibi. bunlar ayrıca ucuz ve çabuk yetişiyor. bol bol ektiğiniz takdirde bunlardan da sık ve düzenli gelir elde ediyorsunuz. çiçekleri de millete hediye olarak vermek için 3-5 tane ekin derim.
- arı kovanını çiçeklerin (kendi ektikleriniz değil, etrafta bulunan çiçekler) yanına koyduğunuz zaman farklı ballar çıkıyor.

- balık tutma mini oyunu çok zor geliyorsa, mouse tuşuna hunharca tıklamak yerine sadece balık hareket ettikçe tıklayın. balık bu sefer aşağı inmeye başladıysa da tuşa basılı tutarak daha rahat kontrol edebilirsiniz. birkaç küfürlü denemeden ve daha iyi olan oltayı da satın aldıktan sonra tamamen alışacaksınız.



evet bahsetmediğim bir şey kaldı mı diye düşünüyorum ama... basit bir çiftçilik oyunu beklerken bu kadar geniş ve içine çeken bir oyun çıkması beni şaşırttı açıkçası. en son don't starve'ı bu kadar tutkuyla ve bağlılıkla oynamıştım sanırım, ki onun yeri zaten apayrı. siz de "şu işten, şehirden kurtulsam, bir balıkçı kasabasında yaşasam" hayalleri kuranlardansanız -ki kurmayan var mı bilmiyorum- ahan da oyununu yapmışlar işte. oynarken "keşke bana da dedemden bir çiftlik evi kalsaymış" demediğim an olmuyor açıkçası. şimdi biraz da tavsiye vereyim o zaman,

oyunda kısa zaman önce 1.1 güncellemesi eklendi. bu güncellemeyle gelen başlıca yenilikler şöyle;

- tarlanız için 4 farklı arazi şekli eklendi. bunun için yeni oyuna başlamanız gerekiyor. diğer yenilikler kayıtlı oyununuza ekleniyor.

- 2 yeni bina eklendi. biri içini istediğiniz şekilde döşeyebileceğiniz boş bir bina, diğeri de değirmen. değirmenle buğdaydan un, pancardan da şeker elde ediyorsunuz.

- evinize mahzen ekleyebiliyorsunuz, burada fıçılarda alkol ve peyniri yıllandırarak fiyatlarını arttırıyorsunuz.

- uyuz shane ve barmaid emily ile evlenme seçeneği eklendi.

- artık boşanabiliyorsunuz. bunun için belediye başkanın evindeki formu doldurmanız gerekiyor.

- kahve eklendi. ilkbahar ve yazda yetiştirilebiliyor. 5 kahve çekirdeğini keg’e koyarak kahve yapabiliyorsunuz.

- “void salman” ve “slimejack” adında iki yeni balık eklendi.

- baldan “mead” yapabiliyorsunuz(keg’e koyarak).

- sandıklarınızı birbirinden ayırabilmek, kategorilendirebilmek için farklı renklere boyayabiliyorsunuz.

oyun steam'de 24 lira. 2018 başlarında ise multiplayer desteği geliyor, böylece arkadaşlarımızla beraber çiftçilik yapabileceğiz :)





Don't Starve

Don’t Starve bağımlılık yapacak kadar güzel bir hayatta kalma oyunu. Diğer hayatta kalma oyunlarından rahatça sıyrılıyor çünkü kendine has ve şimdilik benzersiz bir tarzı var. Kötü bir adamın sizi hapsettiği tuhaf bir dünyadan kurtulmaya çalışıyorsunuz. İster survival, ister adventure modda oynayabilirsiniz. Hapsedildiğiniz dünyadan kaçarak oyunu bitirmek istiyorsanız adventure modda oynuyorsunuz. Bu modda gittikçe zorlaşan 4 farklı boyutta hayatta kalarak haritanın dört bir yanına koyulmuş “thing” denilen eşyaları toplamanız ve bir sonraki boyuta portal açmanız gerekiyor. Survival’da ise amacınız sadece bir sonraki günü görebilmek, oyunun herhangi bir sonu yok.

Oyunda sizi öldürmek için sürekli uğraşan birçok faktör var;  hava şartları, açlık, delilik, karanlık, yaratıklar, bosslar... sabırsız oyunculara pek hitap etmeyen bir zorluk derecesi var. Ve oyunda ölüm kalıcı olduğu için, ölmeniz her şeye en baştan başlamanız demek.


Oyuna şimdiye kadar 2 ek paket çıktı. İlki Reign of Giants, ikincisi Shipwrecked. Benim favorim ilki, kısaca RoG diyelim. Eklentisiz oyunda yalnızca ilkbahar ve kış mevsimleri varken,  RoG’da bütün mevsimler var ve ilkbahar dışında hepsine hazırlıklı olmak zorundasınız. Sonbaharda sık sık yağan yağmur –eğer yeterince hazırlıklı değilseniz- akıl sağlığınızı olumsuz etkilerken,  yazın da aşırı sıcaklar hem yangın çıkararak eşyalarınızın yanmasına sebep olabiliyor, hem de sıcaktan ölmemek için (evet sıcak hava yüzünden ölmek de var) sürekli serinlenemeniz gerekiyor. Ve eklentinin adından bahsedecek olursak, mevsimlerin zorluğu ve acımasızlığı dışında, her mevsimin kendine has boss’u da var. Bu boss’lar iki vuruşta sizi öldürecek kadar hayvani olduğu için bol bol tuzak kurmalı ve bossları bu tuzaklara, örümceklerin veya bufaloların bol olduğu yerlere çekmelisiniz. Bosslar öldüğünde başka hiçbir yerden bulamayacağınız materyaller düşürüyorlar, örneğin kış bossu deerclops, gözünü(!) düşürüyor ve onunla aşırı dayanıklı bir şemsiye olan eyebrella’yı yapabiliyorsunuz. RoG, sürekli bir sonraki mevsimi ve bossu düşünüp hazırlık yapmanız gereken, uzun süre sıkmayan harika bir eklenti.

Shipwrecked’e gelecek olursak, onda da mevsimlerle uğraşıyorsunuz ama RoG’dan farklı olarak muson yağmurları, fırtına, meteor yağmurları gibi olaylar var bu mevsimlerde. Harita ufak ufak adalara bölünmüş durumda ve geminizle denizlerde keşfe çıkıyorsunuz. Yeni mevsimler ve yeni yaratıklarla başa çıkabilmeniz için de yeni eşyalar eklenmiş durumda tabii ki.

Oyunda seçebileceğiniz karakterlerden bahsedeyim biraz da. İlk başladığınızda kilitli olan karakterler, deneyim kazandıkça açılıyor. Deneyim ise ölerek kazanılıyor. 100 gün hayatta kaldıktan sonra öldünüz diyelim, 5 gün hayatta kalıp ölmenize oranla çok daha fazla deneyim kazanıyorsunuz. Yani oyunda diğer karakterleri açabilmeniz için ölmeniz şart :) şimdi gelsin birbirinden tuhaf ve sorunlu karakterler;

Wilson : genelde tercih edilen karakter. Zamanla sakalı çıkıyor ve sakal soğuktan ufak da olsa bir koruma sağlıyor(ama sıcakta daha da sıcaklamasına sebep oluyor). Bu sakalı keserek, kalıcı olarak 30 puan sağlık azalması karşılığında “meat effigy” isminde wilson’ın heykelimsi bir şeyini yapabiliyorsunuz. Öldüğünüzde direkt bu heykelin olduğu yerde uyanıyorsunuz. Sağlığınızı bayağı düşürmek pahasına bu heykelden birkaç tane yapabilir ve ölmekten daha az korkabilirsiniz. Bunu başka karakterlerle de yapabilirsiniz ama sakal kılı bulmak için akıl sağlığını düşürüp siyahlaşan tavşanları öldürmek gibi uğraşmanız gerekiyor. O yüzden Wilson’ın tercih edilmesinin en büyük sebeplerinden biri, sakalı.

Willow : bu kızımız ateş manyağı, çakmağı ile oyuna başlıyorsunuz böylece karanlıkta kalınca meşale yapmakla uğraşmanız gerekmiyor. Aynı zamanda ateşe bağışıklığı var yani ateşten hasar almıyor. Ama delirmeye başladığında etrafı ateşe veriyor ki eğer o sırada üssünüzdeyseniz her taraf tutuşabiliyor, aşırı sinir bozucu bir durum. Başlarda çok oynadım kendisiyle ama artık tercih etmiyorum.

Wolfgang : Karnı tamamen tok olduğunda diğer karakterlerden daha güçlü oluyor ve yaratıkları daha çabuk ve rahat öldürüyor. Ama aşırı tırsak. Karanlıktan ve yaratıklardan korktuğu için akıl sağlığı çabuk düşüyor. Ve acıktığında da güçsüzleşiyor. Bir kere oynamıştım bununla, bir daha da tercih etmedim.
Wendy : Bu kızcağız karanlıktan korkmuyor, ve ikiz kardeşinin hayaleti sık sık ziyaretine geliyor ve savaşırken ona yardımcı oluyor. Ama kendisi güçsüz ve dayanıksız. Bir kere deneyip bırakmıştım.

WX78 : Bu robotla hiç oynamadım. En iyi özelliği çürümüş yemekleri bile yiyebilmesi. Ve gears yiyerek fiziksel ve akıl sağlığını arttırabiliyor. Üstüne yıldırım düştüğünde hızlanıyor, akıl sağlığı düşüyor ama fiziksel sağlığı artıyor, ışık saçıyor, donmaya bağışıklık kazanıyor, bu özellik 1 gün sürüyor ama gün içinde daha fazla yıldırım düşerse etkisi daha uzun sürüyor. Islandığında (eğer şemsiye vs ile korunmuyorsa) hasar alıyor. Ve Shipwrecked ile eklenen, tam bir baş belası olan zehre karşı da bağışıklığı var.

Wickerbottom : bu yaşlı kütüphaneci özel olarak çeşitli kitaplar yapabiliyor ve bu kitapların savaş sırasında hayvan summon etmek, tarlaların üretimini hızlandırmak gibi etkileri var. Ayrıca bu karakter science machine gerektiren bütün eşyaları oyunun başında yapabiliyor. Alchemy machine gerektiren eşyaları da sadece science machine ile yapabiliyor. Dezavantajları ise yaşlı olduğu için ancak taze yemekleri yiyebilmesi ve uyuyamaması. Yani akıl sağlığı çok düştüğünde çadıra girip uyuma gibi rahatlıklardan yararlanamıyor.

Woodie : Bu oduncu abimizin kendine has bir baltası var. Ağaç kesmeyi abartınca ya da dolunay varsa lanetleniyor, yaratığa dönüşüyor ve çok güçleniyor. Ama yaratık modundayken eşya, sağlık ve harita göstergeleri kayboluyor, zaman dolana kadar bu modda kalıyor, odun yediğinde zamanı artıyor. Zaman dolduğunda normal formuna geri dönüyor ama bir sonraki gün uyanıyor ve açlık, fiziksel ve zihinsel sağlık oldukça azalmış oluyor. Oynaması oldukça zor bir karakter.

Maxwell : Bu aslında baş düşmanımız, bizi bu tuhaf dünyaya hapseden gizemli kötü. Bu karakterle oynayabilmek için adventure modda oyunu bitirmeniz gerekiyor. Karakterin fiziksel sağlığı çok az ama akıl sağlığı, üstündeki kıyafet sebebiyle sürekli yükseliyor. Ayrıca oyuna başladığında çılgın bir kılıcı ve zırhı var. Bir de kütüphaneci teyzemiz gibi bir kitabı var ve bu kitabı kullanımında bir sınır yok. Bu kitapla size savaşta yardımcı olarak gölgeler summon ediyorsunuz.  Ama kullandığınızda 15 fiziksel, 55 zihinsel sağlığınız azalıyor, ayrıca 2 nightmare fuel gerekiyor. İlgimi çeken bir karakter olmadığı için hiç oynamadım.

Wigfrid : Bu viking kızımız sadece et yiyor ve savaşmayı seviyor, güçlü vuruyor, kendine özel bir baltası ve miğferi var. Yaratık öldürdükçe fiziksel ve zihinsel sağlığı artıyor. Ama sadece et yemesi büyük dezavantaj çünkü sürekli yaratık öldürmek gerekiyor, ayrıca maksimum zihinsel sağlığı az ve çabuk acıkıyor. Bu da sürekli yemek peşinde koşarken yaratık öldürmek ve delirmemeye çalışmak demek.

Webber : İşte favori karakterim. Örümcek fobim olduğu halde favori karakterimin örümcek olması tuhaf tabii ama, benim için oynaması en rahat karakter bu oldu. Her şeyden önce örümceklerle kankasınız, size saldırmıyorlar, yuvalarının yanına bolca kapan koyuyorsunuz ve hem monster meat hem de silk(ipek) elde ediyorsunuz. Her türlü düşmanı da örümceklerin bol olduğu yere çekebilirsiniz hem. Ayrıca bu karakterde sakal olarak da silk çıkıyor ve 5-6 günde bir tıraş olarak da silk elde ediyorsunuz. Oyunda en önemli materyallerden biri de silk olduğundan bu karakter aşırı rahatlık sağlıyor. Dezavantaj olarak ise, bir canavarsınız sonuçta ve domuzlar sizi gördüğü an saldırıyor. Bir de maksimum akıl sağlığı düşük, bu sebeple delirmeye yatkınsınız, ama silk ile yapılan top hat’i sürekli giyerseniz (ki resmen silk ürettiğiniz için hiç sıkıntı olmuyor) delirmeniz de çok zor oluyor. Webber’ı oynanabilir karakter olarak açmak için Reign of Giants eklentisi ile oynarken, örümceklerden düşen “Webber’s Skull” ı bulmanız ve onu bir mezara gömmeniz gerekiyor.

Evet diğer karakterler bende açık değil, o yüzden onlar hakkında pek bilgi veremiyorum.

Şimdi de oyuna yeni başlayacaklar için ufak bir rehber niteliğinde tavsiyelerimi ve deneyimlerimi paylaşayım. Önce eklentiler olmadan, ana oyunu oynamanızı ve mekaniklere alışmanızı tavsiye ederim çünkü eklentiler bayağı bir zorluk katıyor. O yüzden önce eklentisiz oyunla ilgili tavsiyelere buyrun(bunları daha önce ekşisözlük’te yazmıştım, oradan direkt alıyorum):
Oyunun başında en önemli nokta kışa hazırlanmak. Gerçi bu sürekli geçerli olan bir şey, yaz gelince biraz rahatlayıp takılayım diyorsunuz ama yine de kışışünerek birçok şey depolamak gerekiyor. Oyuna başlar başlamaz ilk iş altın bulup science machine'i yaptıktan sonra örümcek ağı toplamak olmalı. Bunun için de domuz evlerinin bol olduğu bir yer bulmak gerekiyor. Domuzların olduğu yerin yakınlarında mutlaka örümcekler de olur. bunları birbirlerine kırdırarak hiç uğraşmadan ağ toplayabilirsiniz. İlk kışa kadar 3 hızlı tarla ve 2 arı kovanı yeterli, tabii gears bulabilirseniz buzdolabı da yapmak lazım. Kışın et bulmak zor olduğundan balla hayatta kalabilirsiniz(yazın hiç bal yemeyip bunları depoladığınız takdirde, zira bal buzdolabında olmasa bile çok geç bozuluyor).ya da bumerang ile tavşan avlayarak ufak etlerle ballı et yapabilirsiniz, mmh. Kışın hayatta kalmanın püf noktası fazla dolaşmamak. -tabii koruyucu şapka, mont vs. yoksa- İlk kışı atlattıktan sonra hemen bir sonraki kışşünülmeli ve daha fazla arı kovanı, daha fazla farm yapılmalı. Eve uzak bölgelerdeki örümcek yuvalarına hiç dokunulmadığı zaman hayvan gibi genişliyorlar ve artık 100. günde falan spider queen'ler çıkıyor. Ben bunlara özellikle dokunmuyorum çünkü köpek saldırısı sırasında köpekleri buraya çekiyorum, örümcekler götlerini kesecek kıvamda oluyor, bana da spider queen'lere hiç dokunmadan ganimeti toplamak kalıyor. 102. günümde deerclops hayvanı ilk defa geldi, bütün domuz dostlarımın evlerini parçalayarak beni derin kederlere sürükledi, zira o domuzların dibindeki örümcekler sayesinde deli gibi örümcek ağı farmlıyordum(eh, spider queen'li yerlere gitmeyi götüm yemiyor sonuçta). Ben de başka yerlerdeki tek tük domuz evlerini yıkıp oradaki domuzları evinden edip, hatta öldürüp göt kıllarını toplayarak deerclops'un yıktığı evleri yeniden yaptım. Deerclops'u ice staff ile dondurup dibine şu sümüklüböcek sümüklerinden -slurtle slime- 15 tane falan koyup patlattım ama hayvanata hiçbir şey olmadı, buzdan kurtulmuşken ve tam da dibinde patlamıştı halbuki. O şekilde öldürülebileceğini okumuştum oysa. Ölmemesi sinirimi bozdu, bütün sümükleri harcadım sonuçta. Neyse hemen sonraki gün kış bitti de kayboldu iblis. Hiçbir şeyden korkmadım şu oyunda deerclops'tan korktuğum kadar. Şu mağara davşanları ile hiç uğraşmadım, bakalım hazır yaz gelmişken yeni hedefim birkaç mağara davşanı ile ilgilenmek. Evi de duvarlarla çevreledim, halımı döşedim, girişe malikane gibi ağaçlar dizdim, benden keyiflisi yok. Tek rakibim deerclops, ama gunpowder'larımı stokladım, gelecek kış gelirse bu sefer götünü kesmeyi planlıyorum.



Bu da Shipwrecked için rehberimsi bir şey;

21- 36. günler : fırtınalı günler başlıyor. ara sıra dolu yağıyor. esas sıkıntı fırtına ve şimşekler. denize açıldığınızda rüzgara karşı gidiyorsanız hızınız aşırı düşüyor. bir de hayvani dalgalar çıkabiliyor tabii. iyi hazırlandıysanız çok büyük bir zorluğu yok.
37 - 57. günler: bu günlerin sonlarında geberiyorum genelde. hayvani yağmurlar yağıyor, ıslandıkça akıl sağlığı hızla düşüyor, kuru kalmak için fazla gezemiyorsunuz, haliyle yemek stoğunuz bol olmalı. şemsiye pek bir işe yaramıyor, yılan derisinden yapılan şapka varmış, ona iyi diyorlar ama ben deneyemedim henüz. ıslanmak dışında en boktan şey, her yere sel basıyor. sandbag yaparak bunu önlemeniz mümkün. ama sandbag'in mantığı şu: üssünüzü bunlarla çevirmek çözüm olmuyor. yağmur yağmaya başlayınca etrafta ufak ufak su birikintileri oluşacak. onları gözleyin, üssünüze yakın olanların tam üstüne sandbag koyun. o suyun daha fazla yayılmasını engelliyor(muş). ben yapamadım çünkü üssümün yarısı su içindeydi ve su içinde olan aletlerin hiçbiri çalışmıyor. cookpot dahil buna. etraf su içinde olduğunda bir de sürekli ama sürekli zehirli sivrisinekler geliyor ki tam anlamıyla göt ağrısı kendileri. zehirden daha sonra bahsedeceğim.
58 - 73. günler : ben bu günleri henüz göremedim. ama bu da volkanik aktivite günleriymiş efendim. reign of giants'taki yaz gibi, aşırı sıcaktan bunalma ve volkan patlamaları, meteor yağmurları oluyormuş. kimbilir daha ne pislikler oluyordur. yaşarsam güncelleyeceğim bu bölümü. ama buraya kadar buz yapma aleti, buz fırlatıcı ve buzdolabı yapmış olmalısınız. sıcaktan üssünüz tutuşacaktır diye tahmin ediyorum. bu aletler için de gears lazım ki en zor bulduğum şey oldu bütün oyunlarda. gears düşüren truva atı görünümlü clockwork knight'lar burada gemi şeklinde yapılmış ve top atıyorlar. ama yakınına giderseniz hiçbir etkileri yok. o yüzden öldürmek aşırı kolay geldi bana(bari bu kolay olsun zaten).

şimdi oyunun en gıcık kısmına geliyorum: zehir. bu sarı renkteki yılanlardan, oluşan seller etrafına gelen sivrisineklerden, sarı örümceklerden ve stink ray denilen denizde bulunan tuhaf yaratıklardan geçiyor. çözümü için yapılan panzehirin hammadesi ise (venom gland) bu zehirli yaratıklardan düşüyor. ironiye gel. bir de bataklığa benzeyen biome'larda poisonous holes var, orayı kazınca da düşüyor ama üstünüze saldıran kurbağalardan hayatta kalabilirseniz. ilk oyunlarımda hep zehirden öldüm ve bol küfrettim. keşfedebildiğim en iyi çözüm şu, seashell suit yapıp giyiyorsunuz. bu üstünüzdeyken zehirlenme olasılığınız azalıyor. sonra denize açılıyor ve stink ray arıyorsunuz. bunları öldürmek kolay ve venom gland düşürme olasılıkları yüksek. ayrıca stink ray'ler zehir bulutu saçarak zehirledikleri için gaz maskesi yaparak giderseniz zehirlenme olasılığınız olmaz. bunlardan bol bol öldürüp venom gland toplayın ve bir sürü panzehir yapın, hep yanınızda bulunsun. çünkü ağaç keserken bile bir anda çıkan yılandan zehirlenebiliyorsunuz, ki cidden sinir bozucu.
...



üssünüzü yılanların yakınına kuruyorsunuz ve oyunun başında verilen örümcek yuvasını yılan çıkması muhtemelen çalıların tam ortasına kuruyorsunuz. böylece devamlı yılan ve örümcek savaşı olurken siz hiç etliye sütlüye karışmadan hem silk, hem yılan derisi, hem de monster meat topluyorsunuz. evet örümceksiniz ve aynı zamanda yamyamsınız. kombinasyon harika. örümcek yuvaları zamanla iyice büyüyor tabii ve itleri de geldikçe örümcek arkadaşlarınızın yanına götürüyor, arkanıza yaslanıp birbirlerini yemelerini izliyor ve düşen ganimetleri topluyorsunuz. sizden rahatı yok.

yaz mevsiminde ya da yaza giremeden önce devamlı öldüğümü yazmıştım daha önceki yazımda. örümcekle yazın da rahat ettim. çünkü yaza kadar yapılması gereken her şeyi rahatlıkla yapmıştım. yazın mantığı şu; sıcaktan korunma mekanikleri reign of giants'taki yaz mevsimi ile aynı. işte buz fırlatıcı, endotermik ateş vesaire. burada farklı olan meteorlar var. bunlar da yağmaya başlamadan önce 3 kez uyarı veriyor. 2. uyarıda yanınıza yemek, şemsiye falan alıp yakındaki bir adaya gidiyorsunuz. gideceğiniz ada çok yakınsa 3. uyarıda da gidebilirsiniz. meteorlar sadece sizin olduğunuz yere düşüyor, başka adaya gitmenin mantığı bu. meteorlar düşmeye başladıkça zaten önce gölgesi geliyor ve rahatlıkla kaçabilecek kadar vaktiniz oluyor. yağmuru atlatıyor ve adanıza geri dönüyorsunuz. yazın bütün olayı bu kadar. kanaatimce en sıkıntılı mevsim hala 37-57. günler arası muson yağmurları mevsimi. ama dediğim gibi, örümcek olun rahata erin.

Perşembe, Ekim 21

Red Dead Redemption

Dikkat, PS3 veya XBOX360 aldırır!!

Bu oyunun bana PS3 aldırdığını söylesem herhalde yeterli etkiyi bırakmış olurum oyunla ilgili. Zaten konsol sahipleri oyunu çoktan oynayıp bitirmiştir. Ama konsolunuz var da bu oyunu hâlâ oynamamışsanız yazıyı okumakla zaman kaybetmeyin, hemen alınalınalınalın.

Benim için Blizzard, Bioware, Lucas Arts ve Bethesda kadar kadar efsane olan bir diğer oyun firması da Rockstar. Bir firmanın her yaptığı oyun olay olur mu yahu? GTA serisini cılkını çıkarana kadar oynadıysanız, oyunda amaçsızca arabaya atlayıp manzara izleyerek Amerika’nın köprülerinden geçtiyseniz ve çocukluğunuzda Red Kit hayranı olup evinize Vahşi Batı bar kapılarından almak istediyseniz, Red Dead Redemption hayatınızın oyunlarından biri olabilir. Çünkü bu oyunda canınız isterse bar kapılarından karizmatik bir havayla geçebilir (yönettiğimiz karakter John Marston olunca karizmatik olmamak mümkün değil bence) barda oturup içki içebilir, poker ve blackjack oynayabilir, avcılık yapıp uçan kuşu, koşan geyiği vurabilir, görevleri takmayıp kasabadaki insanları katlederek aranan bir katil olabilir ya da tam tersi haydutları yakalayıp insanların istediklerini yerine getirerek hem şöhret hem de onur puanı kazanabilirsiniz. Ama en keyiflisi, atınızı batan güneşe karşı ağır ağır sürebilir ve Vahşi Batı’da olduğunuzu hayal edebilirsiniz.


Oyun 1911 yılında Amerika ve Meksika’da geçiyor. Yönettiğimiz karakter John Marston, zamanında yasadışı işlere bulaşmış bir çete üyesiymiş, sonra bu işleri bırakıp karısı ve oğluyla mutlu bir hayat sürerkene lanet olası federaller (oeh) tarafından tutuklanmış, karısı ve çocuğu rehin alınmış ve serbest kalmaları için gereken koşul, John’un eski çete arkadaşlarını yakalamalarında federallere yardımcı olmasıymış. John da ailesi uğruna ve eski yaşamından nefret ettiği için, eski dostlarına ihanet etmeyi kabul ediyor, oyun da buradan başlıyor. Burada John’un karakterinin nasıl başarıyla işlendiğinden söz etmek istiyorum. John adeta bir film karakteri gibi. Eski hayatından ve çeteyle beraber işlediği suçlardan pişmanlık duyuyor, tek istediği federallerin istediği adamları bulduktan sonra özgürlüğünü ve ailesini geri almak, küçük bir çiftlik kurarak aksiyondan uzak huzurlu bir hayat yaşamak. John’un eski bir çete üyesi olduğuna kimse inanmıyor çünkü aslında çok kibar, adil, haklının yardımına koşan böyle ne derler yiğit, şerefli bir adam. Karizmatik de aynı zamanda, ses tonundan hareketlerine kadar. Oyuncunun karakterle bağ kurmaması imkansız. Bir de hafiften İbrahim Üzülmez’i andırıyor(büyük kaptan Delinho’muza selam olsun).

Müzikler, (özellikle Meksika'daki müziklere bayıldım) seslendirmeler, efektler herbir şe
y sizi Vahşi Batı’nın atmosferine çekiyor. Grafikler muhteşem. Birbirini tekrarlayan görevler yok, oyundan soğutacak, insanı sıkacak hiçbir şey yok ve yapılabilecek çok şey var. Oyuna başladığımda uzun bir süre görev yapmayıp orda burda gezdim, avcılık yaptım, para kazanmak için uğraştım, bir Vahşi Batı klasiği “wanted : dead or alive” peşinde koştum. Sonra %100 bitirmek için gerekli olan şeyleri yapmaya başladım, kıyafetleri açtım, avcılık, bitki toplama ve keskin nişancılık yeteneklerini son seviyeye getirdim, gece bekçiliği yaptım, haritada gidilmeyen yerlere gittim, en hızlı atları evcilleştirdim, pokerde, blackjackte, zar ve nal atma oyunlarında kazanmak için uğraştım. Hele hele pokere saatlerimi verdim ve hayatımda daha önce poker oynamadığım ve dolayısıyla poker hakkında hiçbir şey bilmediğim halde sırf bu oyun için araştırıp öğrendim. Bazıları oldukça duygusal, bazıları absürd ve komik hikayelerden oluşan yan görevler diyebileceğim “strangers” görevlerini yaptım. Bütün bunları oyunda yapılabilecek ne kadar çok şey olduğunu anlatmak için yazdım.:) Geriye sadece ana görevler kaldığında da korka korka “bitmesin be” diye diye oynadım ve bence çabuk bitti. Keşke daha uzun sürseydi ana senaryo, gerçi bilmiyorum doyacak mıydık oynamaya. Ana senaryo bittikten sonra devam ediyor bu arada oyun, yani haritada istediğiniz gibi gezebiliyorsunuz, direkt ana görevleri yapıp başka hiçbir şey yapmamış olanlar ya da oyunu %100 tamamlamak isteyenler için böyle bir şey düşünülmüş olmalı.


Diyaloglardan bahsetmeme gerek var mı bilmiyorum, Rockstar oyunlarında diyaloglara ne kadar önem verildiği malum. Oyun tam bir film tadında geçiyor. Altyazıları takip edeyim derken defalarca uçurumun eşiğinden döndüm, birkaç kere de düştüm tabii. Birkaç kere at üstündeyken yanlışlıkla atımı vurdum at öldü, böyle alakasız ve komik şeyler de yaşayabiliyorsunuz. Ufak tefek buglar da var ayrıca, bazen dükkanların başında npc olmuyor, yani geceleri zaten olmuyorlar da, gündüz saatlerinde de boş oluyor bazen, oyunu kapatıp yeniden açınca sorun çözülüyor.

En az oyunun tek kişilik senaryosu kadar detaylı bir multiplayer bölümü de var. Çeşitli Challenge'lar dışında, nerdeyse WoW'u anımsatan serbestlikte bir Free Roam bölümü var. Bu bölümde experince puanları kazanarak karakterinizi geliştiriyorsunuz, puan kazandıkça yeni tiplemeler, kıyafetler, silahlar, atlar kullanılabilir hale geliyor. Yani tek kişilik mod yetmemiş, adamlar bir de detaylı multiplayer modları hazırlamışlar. Böyle oyun sevilmez de ne yapılır? :)


Oyunda eleştirecek, "bu çok saçma olmuş" diyebileceğim en ufak bir şey yok. Zaten Rockstar olunca karakteri, diyalogları, senaryoyu, atmosferi hiç düşünmeden sorgusuz sualsiz oynamak gerek. Daha ne yazabilirim diye düşünüp durdum, yazıp yazıp sildim çünkü anlatılabilecek bir deneyim değil bu oyunu oynamak. Oynamak lazım. O yüzden bol bol görsel koymak istedim. Gerçek bir başyapıt. Hayran kaldım.

Not: Oyunu yüzde yüz bitirmek için gerekenlere şuradan bakabilirsiniz.