Salı, Haziran 1

Bioshock 1 & 2

Okyanusun derinliklerinde bir distopya : Rapture

Hikaye 1950’lerde geçiyor. Her şey Andrew Ryan’la başlıyor. Adam o kadar zengin ki, deniz seviyesinin üstünde yaşamaktan sıkılınca, denizin altında yaşamaya karar veriyor. Ve buraya, yani “parazit” dediği sistem sömürücülerinin ulaşamayacağı yere, okyanusun tabanına Rapture adında bir şehir kuruyor. Deniz seviyesinin üstündeki hayatta, fikirleri ve eserleri topluma “fazla aşırı” gelen sanatçıları da yanına alarak kendi dünyasını kurma amacında. Eh, tabii ki işler yolunda gitmiyor. Okyanusta kendi kendini çoğaltabilen bir canlı keşfediliyor, bu canlıdan alınan “adam” isimli bir madde insanlara enjekte ediliyor, bu insanlar özel güçler kazanıyor ve gittikçe insanlıktan çıkıyorlar, bunlara “splicer” deniliyor. Sonrasında Little Sister adını verdikleri, yerin üstünden getirdikleri küçük kızlara, cesetlerden “adam” toplamayı öğretiyorlar. Bu Little Sister denilen kızcağızlar, “adam” toplamayı bir tür oyun olarak algılıyorlar. Rapture’da “adam” çok değerli bir madde olduğu için de, kızların yanında Big Daddy (kızlar bunlara “Mister Bubbles” diyor) denilen, robotumsu, dalgıç kıyafeti içinde, kızlarla duygusal bir bağ kurmaya, böylece onları ölümüne korumaya programlanmış, yani kısaca baba figürü olan (oeh) tipler eşlik ediyor. Oyundaki duygusallık da buradan ileri geliyor.

Evet, konu kısaca böyle, elbette oynadıkça dallanıp budaklanacak bu. İlk oyunda, Rapture hakkında hiçbir şey bilmeyen, uçak kazası sonucu okyanusun ortasına düşmüş ve tesadüfen Rapture’u bulmuş birini oynuyoruz ve oyunda ilerledikçe Rapture’u tanıyor, neler olduğunu yavaş yavaş anlıyoruz. İkinci oyunda ise Rapture’u gayet iyi bilen bir Big Daddy’yi oynuyoruz. Kanımca bu açıdan birinci oyun çok daha sürükleyici. Hiç bilmediğimiz bir dünyada, neler olduğunu öğrenme hevesiyle geziniyoruz, sıradan bir insanız, kendimize “adam” enjekte ettikçe özel güçler kazanıyoruz. Birinci oyun daha bir survival-horror tadında, daha karanlık, daha belirsiz her şey. Diken üstünde ilerlemek, olanları teyplerden dinleyerek “vay anam” demek, Rapture’u keşfetmek, plaklardan harika şarkılar dinleyerek gerçekten ordaymış gibi hissetmek, Big Daddy’leri zar zor öldürüp arkasından “get up Mister Bubbles, get up” diye ağlayan Little Sister’ları izlemek harika bir oyun deneyimi sunuyor. Ayrıca etrafta gördüğünüz tablolar, heykeller, popüler kültüre, dinlere yapılan birçok gönderme (örmeğin bir splicer’ın sürekli “father, why have you forsaken me” diye haykırması) oyunun başlı başına bir sanat eseri olmasını sağlıyor.

İkinci oyun içinse aynı şeyi söyleyemiyorum. 1 ve 2’yi arka arkaya oynadığım için karşılaştırmayı daha kolay mı yapıyorum, yoksa daha mı zorlaşıyor bilemeyeceğim. Belki Bioshock ilk çıktığında “çok yüksek sistem istiyormuş” geyiklerini dikkate almasaydım ve oyunu çıkar çıkmaz oynasaydım, 2. çıktığında ilkinin etkisinden çıkmış olacağımdan, daha çok beğenecektim devam oyununu. Ama dediğim gibi, bir kere Big Daddy olmak nedense hoşuma gitmedi. İkincisi; oyun ilkine göre fazla renkli ve aydınlık, pek “survival horror” kısmı kalmamış, sadece bir FPS’ye dönüşmüş, keşfetme, Rapture’un nasıl bir yer olduğunu merak ederek oynama hissi kalmamış. Grafiklerde fazla bir ilerleme yok, hatta neredeyse hiç yok. Ama zaten ilk oyunun grafikleri olağanüstü olduğu için (hayatımda hiçbir oyunda böyle gerçekçi yapılmış bir su efekti görmedim) ikincisinde “niye daha iyi değil” demek anlamsız olur, o yüzden bu bir şikayet olarak algılanmasın. Ama birinci oyunu aradan çıkardığınızda gene başlı başına harika bir oyun Bioshock 2, yalnızca devam oyunu anlamında beklentilerimi pek karşılamadı.

Oyunların duygusal yönüne değinecek olursam, duygusallık hikaye gereği 2. oyunda daha ön planda. Korumanız gereken “kızınız” sizden uzaklaştırılıyor ve oyun boyunca ona ulaşmaya çalışıyorsunuz. Bu sırada telepati gücüyle kızın sizinle konuşmaları, kızın çocukken kaydettiği teypler de vahşet dolu bir oyun içinde insani yönleri temsil etmekte. Ayrıca her iki oyunda da genel anlamda, “adam” kullanarak splicer haline dönüşmüş “eski” insanların aralarında konuşmalarını dinliyorsunuz, neden ve nasıl bu hale geldiklerini kendileri de anlamazken, büyük bir öfkeyle her tarafa saldıranı da var, dizlerinin üstüne çökmüş ağlayanı da. Size saldırmayanı vurup vurmamak kendi elinizde, zaten saldırmayan splicer tek tük çıkıyor, eh ben onları öldürdüm, huzur bulsunlar istedim, oeh. Splicer’ların bu zavallı hallerinden, Andrew Ryan’ın kurduğu Rapture şehrinde, insanın hep daha iyisini, daha fazlasını istemesinin ve açgözlülüğünün olası sonuçlarını düşündürüyor oyun size.

Etrafta bulduğunuz teypler oyunun temelini oluşturuyor diyebilirim. Hem atmosfer, hem de hikaye anlamında. Konuyla hiç ilgisi olmayan bir sürü teyp de var oyunda, hatta gözden kaçırdığım başka teypler de olduğuna eminim. Rapture’un ilk günlerinden tutun da (“burası harika bir yer”), son günlerine kadar ( “neden geldik buraya, hepimiz Andrew Ryan’ın vaatlerine kandık”) ölmüş ya da splicer’a dönüşmüş insanların konuşmalarını dinleyebiliyorsunuz. Böylece Rapture atmosferini daha yakından tanıyorsunuz.

Oyunda insanlığa ve dinlere göndermeler olduğunu söylemiştim, “adam”dan bahsettim, bir de “eve” var. “Eve”, RPG oyunlarında büyü yapmak için kullandığımız mana gücü gibi kullanılıyor oyunda. Topladığımız “adam”lar ile aldığımız güçleri (ateş topu, elektrik, telekinesis gibi güçler bunlar) kullanabilmemiz için “eve” gücüne ihtiyacımız var. Eğer “eve” barınız dolu değilse ve yanınızda “eve” barını dolduran “eve hypo” da yoksa, yalnızca silahınıza talim etmek zorundasınız demektir. Eh, belki bu da bir tür metafordur, ya da böyle düşünmek benim hoşuma gitti (ehe) ama şöyle ki : “Eve” olmadan “adam” hiçbir işe yaramıyor.

Bu tespitimsi ile yazının bitmesi gerekiyor galiba. :) FPS ya da survival-horror tarzı oyunlar sevmiyorsanız bile oynayın bu oyunu. Yalnızca orijinal hikayesi ve atmosferi için bile oynanabilir çünkü. Oyundan öte bir şeyler yapmışlar, oyunun içine mevcut hayattan kaçış fikri, olası bir yeni hayat hayali koymuşlar. “Neden olmasın ki” diyorsunuz çoğu zaman…



4 yorum:

Çavlan dedi ki...

konu şahane, çok gaza geldim (gerçi bana bioshock'ın anlattığın ilk seferde de böyle olmuştum hatırlıyorsan). bu sefer kararlıyım ama, alıp oyniycam. valla. böyle de bir yararı olur oyun kedisi'nin belki, yeni oyun kurup oynamaya üşenen eski oyuncuları bi silkeleyip kendilerine getirmek :)

kerevizli kedi dedi ki...

yo dostum yoo, bu oyunda hiç "kurma" derdi yok, kuruyorsun tık diye çalışıyor, merak etme ve artık oyna!

Atilla dedi ki...

Bioshock 1'in demosunu biraz oynadım sadece. Atomsfer ve grafik açısından şahane görünmekle beraber System Shock'un üzerine bir yenilik ya da en azında farkli bir konu getirmemesine üzüldüm. Belki bir ara oynarım ama ona gelene kadar daha bitirmem gerekekn "Humble Bundle" oyunları var.

kerevizli kedi dedi ki...

System Shock'u oynamadım, sanırım edinmeliyim en kısa zamanda..