Perşembe, Haziran 10

The Black Mirror 2

Devir adventure kıtlığı devri, devir fps, mmorpg devri artık. Hal böyle olunca, çıkan her adventure oyununa hunharca saldırıyoruz. Kimileri hayal kırıklığı olurken, kimileri adventure açlığımızı ve hasretimizi az da olsa giderebilyor. Black Mirror 2 de onlardan biri. İlk oyun gotik atmosferi, gerilim öğeleri, ağır İngiliz aksanı ile insanı içine çekiyordu ve gerçekten Gordon ailesinin gizemini merak ediyordunuz. Yalnız insanı çileden çıkaran tek bir şey vardı ki, o da karakterlerin hantal ve ağır çekim hareketleriydi. Biriyle konuşacağınızda, o kişinin yaptığı işi bırakıp size dönmesi 5 saniye kadar sürerdi. Ki, bu tarz oyunlarda sık sık birileriyle konuştuğunuzu düşününce bu süre insanı oyundan oldukça soğutan, sinir eden bir süreydi. Yalnızca konuşma da değil tabii, yönettiğimiz karakter Samuel Gordon da bu hantallıktan nasibini alıyor ve dibindeki bir objeye bakarken/ objeyi alırken bile resmen yavaş çekimde hareket ediyordu. Black Mirror 2’yi ilk açtığımda “umarım bu hantallık artık yoktur, kaç sene geçti ilk oyundan beri” dedim. Ama gene hantal, gene hantal. İlk oyun kadar değil tabii ki, o inanılmaz bir derecedeydi. Ama benzer bir yavaşlık bu oyunda da var işte. Güya arka planları 2 boyutlu, karakterleri 3 boyutlu yapmışlar, insan duyunca bir şey sanıyor. Bu yüzden mi bilemiyorum ama karakteri hareket ettirirken, bir objeye bakmaya çalışırken karakter aptalca kendi etrafında dönüyor, ki obje gayet dibinde olsa bile. Konuşmalar da yavaş, yani şu şekilde yavaş, cümle bitişlerinde fazla bekliyorlar. Sabırlı bir oyuncuysanız bunlar önemsiz tabii, ama eğer sabırsızsanız, yavaşlık sizi sinir ediyorsa oyunun başlarında uyuz oluyorsunuz. Oyunun başlarında dedim çünkü sonradan alışılıyor oynanışa. Ben alıştım ya da, bilemiyorum. Oyunu ilk açtığımda “gene mi yavaşlık” diyerek çok sinir oldum, devam edeceğimi sanmıyordum ama adventure özlemi işte, ne yaparsınız. Direkt oyunu kötüleyerek başladım evet, çünkü bu özelliğine gerçekten sinir oldum, bu devirde hâlâ böyle yavaş hareketler yakışmıyor ne yapayım. Bahsettiğim sinir edici özelliği dışında oyun gayet sürükleyici, düzgün bir adventure.

İlk oyunun sonundan itibaren 12 yıl geçmiş. Üniversitede fizik okuyan, Amerika’nın New England eyaletindeki küçük bir kasabaya annesini ziyarete gelmiş olan Darren Michaels adlı karakteri yönetiyoruz. Başlarda Gordon ailesiyle alaka kuramıyoruz elbet, oyunun ilerleyen saatlerinde tahminlerde bulunmaya başlıyoruz ve açıkçası birçok tahmin doğru çıkıyor. Gene de twistli bir hikayesi var diyebilirim, artık ne kadar twist denirse. Yeşilçam da diyebiliriz aslında, ama tamam konu hakkında oyunun zevkini kaçıracak bilgiler vermeyeceğim. Black Mirror kalesine geri dönüyoruz oyunun ilerleyen bölümlerinde, ama keşke daha uzun sürseymiş kaledeki bölüm.

İlk oyundan çok daha kolay bir oyun olmuş, çoğu zaman ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Klasik adventure oyunu takılmalarını, “yapılabilecek her şeyi yaptım, ne yapılacak ki, bari internetten tam çözüme bakayım” hissini yaşamıyorsunuz pek. Bulmacalar da gayet kolay ve insanı sıkmıyor, oldum olası adventure oyunlarında saçma sapan, aşırı zor ve ne yapılmasının bile anlaşılmadığı bulmacalara uyuz olurum. Ama bunlar da fazla kolay galiba. Her neyse, eğer isterseniz options kısmından “additional game help” seçeneği ile bulmacaları uğraşmadan geçebiliyorsunuz. Darren bir günlük tutuyor, buradan ne yapmanız gerektiğini takip edebiliyorsunuz, gerçi gerek olmuyor, ama kaçırdığınız bir olay olduysa açıp okuyabilme fikri güzel tabii. Sanırım 3 ya da 4 yerde pat diye ölebiliyorsunuz. Ama neyse ki oyun ölmeden hemen önceki kareye geri yüklüyor da küfretmiyorsunuz.

Son olarak Darren’ın karakterine değineceğim. Hikayeden bahsetmeyeyim ama başına feci şeyler geldiği halde, sonraki karede espri yapabiliyor ya da bir objeye baktığınızda uzun uzun gereksiz fikirlerini söylüyor. Yahu biraz kalıplı ol be çocuk, ne bu genişlik böyle? Kısacası yönettiğiniz karakterle hiç mi hiç empati, yakınlık vesaire kuramıyorsunuz. Gerçekçi değil çünkü. Evet, Guybrush Threepwood da gerçekçi değildir ama en sevilen oyun kahramanlarının başında gelir. Ne bileyim, biraz samimiyet lazım galiba.

Evet, karakterlerin saçma hareket kabiliyetsizliği ve ana karaktere ısınamama dışında, adventure özleyen bünyeler için ilacımsı denebilecek bir oyun. Mükemmel bir adventure oyunu çıkmayalı uzun zaman oldu, hiçbir yapımcı firma da adventure oyununa zaman, para ayırmak istemiyor, ilkokul çocuklarının bile fps/tps oynadığı bir döneme geldik çünkü. (Ben de fps/tps severim canım, kötülemek için söylemiyorum, ama oyun piyasasına çok pis çöktü bu oyunlar, firmalar en çok bu tür oyunlardan para götürüyor, adventure da eski kafa oyuncular dışında rağbet görmüyor.) Diyeceğim o ki, mükemmel olmasa da, grafik, ses ve atmosfer açısından gayet düzgün bir oyun. Adventure severler zaten kaçırmamıştır diye düşünüyorum.

4 yorum:

Çavlan dedi ki...

peki bu oyunda da şöyle bol ağdalı ingiliz aksanıyla mı konuşuyor karakterler? hayır gayet de severim normalde ama bunlarınki iğrençti diye hatırlıyorum, acayip yapay, böyle kibirli, burnu havada seslendirmeler vardı, çok sinir etmişti ilk oyunda. konuşmalardaki yavaşlığa değinmiyorum bile.

kerevizli kedi dedi ki...

Oyun başlarda Amerika'da geçiyor ama İngiltere'ye gittiğin zaman evet gene var o aksanlar, tamamı abartı değil ama gene abartı olan birkaç seslendirme var.
Oyna da en çok kimin aksanını abartılı bulacaksın bakalım merak ediyorum. :)

cigarette smoking man dedi ki...

ben askerdeyken black mirror 2 mi çıkmış vay anasını satim. adventure kıtlığı çektiğim dönemlerde karşıma çıkmıştı black mirror ve bir süre oyalamıştı, sonra bir daha adventure krizi yaşadım. temin edip oynamak gerek.

leamistad dedi ki...

nerden indirebilirim bunu admin?